15 Ocak 2008 Salı

GABRIEL GARCIA MARQUEZ / O GÜNLERİN BİRİNDE

Pazartesi ılık ve yağışsız başladı .Diplomasız diş hekimi Aurelio Escovar,her zamanki gibi ortalık ağarmadan kalktı ve saat altıda muayenehanesini açtı . Alçı kalıpları içinde duran takma dişleri camlı dolaptan çıkardı.Bir yığın araç gereci,sergi kurar gibi masanın üzerine Özenle yerleştirdi.Boynu altın kaplama bir düğmeyle iliklenmiş yakasız çizgili bir gömlekle askılı bir pantolon giymişti.Dik ve sıska bedeni ile sağırları andıran bakışları,işine hiç uymayan bir görünüş veriyordu ona. Masanın üzerindeki araç gereci hazırladıktan sonra burguyu döner koltuğuna doğru çevirdi ve takma dişleri parlatmak üzere oturdu.Elindeki işle pek ilgilenmiyorsa da başını kaldırmadan çalışıyor,kullanma gereği olmasa bile ayağını burgu pedalından çekmiyordu. Saat sekiz olmuştu , pencereden gökyüzüne bakmak için işine ara verdi.Komşu evin damında güneşlenen iki miskin akbaba gördü.Öğleden önce yine yağmur yağacağı düşüncesiyle yeniden çalışmaya koyuldu.On bir yaşındaki oğlunun cırlak sesi,yoğunlaşan Düşüncelerini bir anda dağıtıverdi . “Baba!“ “Ne var ?” “Belediye başkanı geldi,dişini çekip çekemeyeceğini öğrenmek istiyor.” “Burada olmadığımı söyle.” O sırada altın dişlerden birini parlatmaktaydı.Kolunu uzatabildiğince uzattı ve parmakları arasındaki dişi,gözlerini kısarak incelemeye başladı.Küçücük bekleme odasından oğlunun o cırlak sesi duyuldu yine: “Burada olduğunu biliyor,sesini duyuyormuş.” Diş hekimi,elindeki dişi bir süre daha inceledi.Ancak işini bitirip onu masanın üzerine,parlatılmış dişlerin yanına koyduktan sonra konuştu : “Daha iyi ya.” Burguyu yeniden çalıştırdı.Parlatılmamış dişleri koyduğu küçük karton kutudan bir köprü aldı ve altını parlatmaya başladı. “Baba.” “Ne var?” Yüzündeki anlatım hiç değişmemişti. “Dişini çekmeyecek olursan seni vuracakmış,öyle diyor.” Hiç oralı olmadı,şaşılası bir soğuk kanlılıkla ayağını pedaldan çekerek burguyu koltuğun ötesine itti ve masanın en alt çekmecesini sonuna dek açtı.Tabanca yerindeydi. “Pekala,” dedi,söyle ona,sıkıysa gelsin vursun . Koltuğunda dönerek yüzünü kapıya çevirdi ve bir elini çekmecenin kenarına koydu. O anda belediye başkanı kapıda göründü.Sol yanağı güzelce tıraş edilmişti,ama ağrıdan şişmiş olan ve hala sızlayan sağ yanağında beş günlük bir sakal vardı.Diş hekimi,acıyla kıvranarak geçirilmiş gecelerin izlerini gördü adamın canlılığı yitmiş gözlerinde.Çekmeceyi parmak uçlarıyla iterek kapattı ve yumuşak bir sesle: “Oturun,”dedi. “Günaydın,”dedi belediye başkanı. “Günaydın,”dedi diş hekimi. Belediye başkanı,gereçler kaynarken koltuğun arkalığına dayadı başını,biraz olsun rahatlamıştı,ama soluğu buz gibiydi.Muayenehane oldukça yoksul görünüşlüydü.Eski bir tahta sandalye,pedallı bir burgu makinesi,seramik kapların sıralandığı camlı bir dolap… Sandalyenin tam karşısında kısa perdeli bir pencere vardı.Diş hekiminin kendisine yaklaştığını sezen başkan,topuklarını birbirine yapıştırarak ağzını açtı. Aurelio Escovar,başkanın yüzünü ışığa doğru çevirdi.Çürük dişi inceledikten sonra,başkanın çenesini parmak uçlarıyla bastırarak kapattı. “Dişinizi uyuşturmadan çekmek zorundayım,” dedi. “Niçin?” “Çünkü apse yapmış.” Belediye başkanı,dişçinin gözlerine dikti bakışlarını. “Öyle olsun,” diyerek gülümsemeye çalıştı.Diş hekimi karşılık vermedi bu gülümseme çabasına.İçinde kaynatılmış gereçlerin bulunduğu kabı acele etmeksizin masanın üzerine koydu.Soğuk bir pensle gereçleri birere birer sudan çıkardı.Tükürük kabını ayağının ucuyla yakına çektikten sonra ellerini yıkamak için lavaboya doğru yürüdü.Başkana hiç bakmıyordu,oysa başkan gözlerini ondan ayırmıyordu. Çekilecek olan diş,altçenedeki yirmi yaş dişlerinden biriydi.Diş hekimi duruşunu berkitmek için bacaklarını iyice araladıktan sonra sıcak kerpetenle çürük dişi yakaladı.Belediye başkanı,koltuğun kollarlına sımsıkı yapışarak bütün gücüyle bacaklarını kastı;o anda buz gibi bir boşluğun ta böbreklerine indiğini duyumsadı ama gık demedi.Diş hekimi yalnızca bileğini oynattı.Kinini belli etmeden buruk bir incelikle konuştu: “Böylece başkanım,ölen yirmi adamımızın hesabını ödeyeceksiniz bize.” Belediye başkanı çene kemiklerinin çatırdadığını duydu,gözleri yaşlarla dolmuştu ama dişi çekilinceye kadar soluk bile almadı.Sonra gözyaşlarının arasından gördü çekilen dişini.Şimdi ona öylesine yabancılaşmıştı ki bu diş,beş gecedir katlandığı acılara bir anlam veremedi. Kan ter içinde tükürük kabına eğildi;soluk soluğa kalmıştı,fişeklikli ceketinin düğmelerini çözdü ve pantolonunun cebinden mendilini çıkarmaya çalıştı.Diş hekimi temiz bir bez uzattı ona. “Göz yaşlarınızı silin.” Belediye başkanı söyleneni yaptı.Titriyordu.Diş hekimi ellerini yıkarken,o,sıvaları dökülmüş tavandaki ağa,örümcek yumurtaları ve böcek ölüleriyle dolu tozlu örümcek ağına dikti bakışlarını.Diş hekimi ellerini kurulayarak geri döndü. “Şimdi gidip yatın,”dedi,“tuzlu suyla ağzınızı çalkalayın”.Başkan ayağa kalktı,alışılagelmiş bir asker selamı verdi ve fişeklikli ceketini iliklemeden,ayaklarını ovuştura ovuştura kapıya doğru yürüdü. “Hesabı gönderirsin.” “Size mi,yoksa belediyeye mi ?” Belediye başkanı dönüp bakmadı bile.Kapıyı çekti ve sinek telinin arkasından seslendi: “İkisi de aynı kapıya çıkar!"

“BALTHAZAR’IN OLAĞANDIŞI ÖYKÜSÜ” ADLI KİTABINDAN ÇEVİREN:NURAN AKGÖREN DENİZ KİTAPLAR YAYINEVİ-1983

Hiç yorum yok: